ŞÖHRETİNİ RÜYASINDA GÖRMÜŞ.
Şarkıları dilden dile dolaşan ve tanınan bir şarkıcı olmanın, belki de şöhretin bedeliydi Göğebakan’ın bu yaşadıkları. Şimdi hayatından memnun olduğunu, bugününe şükrettiğini söyleyen Göğebakan, henüz Adana’da tanınmadığı dönemlerde gördüğü şöhretle ilgili bir rüyasını anlatıyor. O sıralar oldukça popüler olan ve daha önceden tanıştığı Haluk Levent’i ziyarete gider. Levent, arkadaşları arasında Göğebakan’a ağır sözler söyler. Bu sözlere çok alınır. Evine zor gider, belki üzüntüsünden, belki sıkıntıdan dolayı ağır bir uyku bastırır. Düşünmekten kafası patlamak üzeredir. Oğlunun yanına kıvrılır ve hayatı hakkında önemli ipuçları verecek olan şu rüyasını görür: Uçsuz bucaksız ve mahşer yeri gibi kalabalık bir sahilden denize girer.Sahili göremeyecek kadar uzağa yüzer. Uzun süre yüzmekten yorgun düşen Göğebakan, biraz dinlenip geriye yüzebilmek için suya dalıp suyun altında üzerine basacak bir taş arar. Kare şeklinde üzeri yosun tutmuş bir kaya görür. Yaklaşır ve kayanın üzerinde Arapça yazılar görür. Taşa doğru yönelir ve ayağını taşa değdirir değdirmez taş yükselmeye başlar. Bir sütun halini alan kaya, onunla birlikte göğe doğru yükselir. Öyle ki artık denizi dahi göremez, sadece ufku görür. Çığlıkla yalvarış arasında bir ses tonuyla “Ya Rabbi şöhret denen şey bu mu? O zaman ben bunu tattım ya Rabbi...” deyip uyanır. Bu rüyadan birkaç gün sonra ise ruh âleminde önemli değişikliklere sebep olacak iki şahsiyetle tanışır; Şeyhim dediği Fevzi Baba ve halifem dediği Kadir Ağabeyi ile. 1,5 yıl sohbetlere katılır görevi sohbet erbabına çay dağıtmaktır. Kendini kaybetmeden, tüm zorluklara göğüs gererek ayakta kalabilmesini bu dönemde öğrendiklerine bağlıyor. Göğebakan kendisi gibi birçok ünlünün böyle bir geçmişi olduğunu ama bunu söylemekten çekindiğini söylüyor.